Beni itin kopuğun önüne üryan iten bilmiş, sahi iyi misin şimdi… Ben yırtınırken birdik iki olduk, iki iken üç olduk daha da oluruz diyerek; sen yüz binlerken biz kökümüze kibrit suyu dökerken ..
Sevinin gölgesinde akan bir huzur ırmağı olmaz mı hiç… Seviden kalma bir gülümseme, hiç mi düşmez payımıza… Sevgilinin adını unutmak için kendimi arşınlarken, hesap kitap tutmaz kimsesizliğimd..
Bir de ölümü bilmiyorum, diyerek sayıklamaya başladı. Yaşamamıştı! Modern sanatlar müzesindeki ilkel yanılgılara daldı. Boğulmadan… Elini güneşe uzattı, iki elini kuş yaparak güneşi avuçla..
Sözlerin gizlerinden sıyrıldığı anlar, yüzlerine ay aydınlık bir sevincin yerleştiği anlardı. O anlar; çocuklar lunaparka gelmiş gibi, sevinç sarhoşu olmuşlar gibi… Birden, gerçeğin soğu..
Yaşamı bir çeşmeden doldurup öteki arığa akıtmanın peşinde edimsel yığılmalar çırpındıran kargacık burgacık sıradanı tekdüze ısrarında barındıran kan banyosu, akan artık lağıma doğru… Başkasını..
Şanlı şöhretli acı kıskaçlarından, şarap lekeli beyaz gömlekler kaldı. Yırtık kumaş pantolonlu el kadar çocuğun utancı, büyüyünce yüzünü kızartır. Şile bezi de yırtılır halbuki ar da nam us da..
Bir iklim telaşı var içinde, kırılgan ve sebepli sebepsiz üzgün. Terliyor yalanların, yalansız köşesi yok ki dünyanın… Kan ter içinde çıkıyorsun bir düş aleminden, alemi var mıydı bu çağda dü..
Barış, solmuş bir çiçek kadar dağılmaya müsait bir hale getirilmişse; kalkın gidin kılıç ve kalkan aramaya, korkarak… Tutuşan yanları var homurdanan güruhun, sakatlayan ve eksilten birikimleri..
Yakışmıyorum hiçbir koltuğa… Yakışmıyor hiçbir makam itibar bana… Öncesi cinnet olan bir yalnızlık ha bire içimde büyüyor, göğsümde kanıyor. İnsanların sıfatları yabancı bana, sözleri inciten ..
Efendisi olmayan bir dünya düşü kuran çocuklara sözlerin hükmünü yitireceği zamanları bahşeden bugün, yarına yeni bir efendisiz ve inandırıcı söylem bıraktırmalı yine bizim ellerimizle. Çekirge..